Prof. Dr. Osman Nuri KÜÇÜK
Akademisyen, Sosyal Bilimci
0546 688 54 99
Felsefe & Hikmetin Kurucuları
Atina Ekolü Freski Bağlamında
FELSEFE & HİKMETİN KURUCULARI
“Planlı felsefi egzersiz beyne iyi gelir.”


1. Osman Nuri Küçük Akademinin Felsefi Ülküsü
Osman Nuri Küçük Akademi, adını taşıyan düşünürün “bilgiyi inançla, aklı aşkla buluşturma” ülküsünü kurumsal kalıpların dışına taşıyan özgür bir sosyal bilim laboratuvarı olarak doğdu. Burada ne skolastik bir sadakat yemini ne de diploması peşin verilmiş bir otorite vardır; aksine, İslam düşüncesinin kadim disiplinleri ile çağdaş felsefenin diriltici sorularını aynı masada ağırlayan cesur bir sentez denemesi yürütülür. Küçük’ün kararlı bakışı, İbn Rüşd’ün eleştirel aklını, Mevlânâ ve İbn Arabî’nin aşkın ve sezginin nabzıyla çarpıştırarak “insan kimdir?” sorusunu yeni bir ufukta yankılatır. Felsefe programı bu ufkun en önemli aşamalarından biridir.
Bu ideal, akademide sunulan eğitim programlarının da dokusunu belirler: her biri hocanın uzmanlık alanlarından süzülmüş, tamamen özgün kurgulanmış dersler, “nevi şahsına münhasır” bir rehberlikle taliplerine aktarılır. Hedef, genç, orta ve ileri yaştaki meraklı zihinleri hazır reçetelere bağlamak değil, onları hakikatin din-felsefe, sezgi-akıl, gelenek-modernite eksenlerinde özgürce gezinebilecek entelektüel gezginlere dönüştürmektir.
Kısaca Osman Nuri Küçük Akademi, katılımcılarına evreni bir fihrist gibi okuyacak hikmet pusulasını sunan, bağımsız ve tutkulu bir öğrenme yolculuğudur.
Akademinin kapısından içeri adım attığınızda ilk bakışta sizi karşılayan Rönesans sanatçısı Raphael’in freski, aslında derslerimiz için kurulmuş sahnenin görsel önsözü gibidir: kubbenin altında Platon idealleri göğe kaldırırken Aristoteles avucunu yere indirmekte, İbn Rüşd’ün akılcılığı ile İbn Arabî-Mevlânâ çizgisinin keşif ve sezgisi de aynı mimari kavis içinde buluşmaktadır. Osman Nuri Küçük Akademi’nin “bilgiyi inançla, aklı aşkla buluşturma” ülküsü, işte tam bu renkli topluluğu çağdaş masaya taşıyarak taliplerine şunu fısıldar: “Felsefe bir müze sessizliği değil, kuşakları ve disiplinleri aynı salonda tartışmaya davet eden canlı bir sempozyumdur.”
Freske her baktığınızda göreceğiniz boş mermer basamaklar da size ayrılmıştır; program, geleneğin ustalarıyla yan yana oturup kendi sorularınızı onların diyaloguna katmanız için tasarlanmıştır.
2. Prof. Dr. Osman Nuri Küçük’ün Felsefî Tefekkürünün Haritası
19 yaşında üniversite 1. sınıfta İbn Rüşd’ün “Faslu’l-Makāl”’ini “kendi?” seçimiyle anlatmaya koyulduğu gün çizilmeye başlar: Din ile felsefenin gerilim hatlarını ilk kez o klasik metinde sezen genç araştırmacı, Sokrates’ten İbn Arabi’nin “Eflatun-u İlâhî” dediği Platon’a, Aristoteles’ten “Muallim-i Sânî” Fârâbî’ye ve nihayet “Büyük Şârih” İbn Rüşd’e uzanan geleneği kelâmın kurucu sorularıyla çapraz okur.
Lisans döneminde tamamladığı Kur’ân hafızlığını, fakülte dışında okuduğu Osmanlı dönemi klasik dini ilimler müfredatını okuyarak -çoğunu hıfzetmek suretiyle- tamamlar. Gazâlî’nin kelâm içindeki tartışılmaz mevkii, “İhyâ” ve el-Munkıẓ”daki entelektüel özeleştiri, onun yüksek lisansını tasavvufa adamasının pusulası olur; Mevlânâ’nın benlik dönüşümünü ve İbn Arabî’nin barışçıl kozmolojilerini çalışmış olması, doktora ve doçentlik yıllarında düşüncesinin omurgasına mistik bir esneklik kazandırır. Öğrencilik yıllarında okuduğu ve okuttuğu tüm klasik tefsirler yanında Akademide yürüttüğü “Holistik Hikmet Yöntemli Kur’ân” programında Kur’an metnini “inancın Macerası” kapsamında ayrıntılı tahlil ederken, Gazâlî’nin filozoflara yönelttiği eleştiriler ile İbn Rüşd’ün cevabî savunusunu yüz yüze getirip düşünsel diyalogun toplumun tüm katmanlarında nasıl diri tutulacağını gösterir.
Türkiyenin ilk Bilgisayar Teknik Lisesinden mezuniyeti (1992), bilgi-işleme disiplinini lise yıllarından beri bilgisayar kodlarıyla yoğurmuş analitik bir bakış açısı kazanmasına vesile olmuştur. Felsefe-bilim arasındaki bu analitik bakış, verdiği multidisipliner düşünme ve bilim felsefesi ders notlarında çok-disiplinli bir üslûba dönüşür: mantık, dil bilimleri, felsefe, fizik-metafizik ilişkisi, tarih felsefesi, teoloji ve fenomenoloji aynı masa etrafında konuşur. Böylece Küçük, hem geleneğe sadık hem yeniliğe açık bir “sentez” inşa eder.
Genç, orta ve ileri yaştaki her felsefe meraklısına da şu mesajı verir:
Eleştirel cesaretle mirası kuşanın, farklı disiplinleri buluşturun ve hakikati daima din-felsefe, zihin-kalp, teori-pratik diyalektiğinde arayın—çünkü asıl bilgelik, kavramların ötesinde kurulan bu köprülerde serpilir.
3. PROGRAMIN AMACI:
“Felsefenin Köklerine Dönerek Geleceği Kurmak”
Yukarıdaki cümle, yalnızca mizahi bir aforizma değil; zihinsel sağlığın, entelektüel derinliğin ve toplumsal hikmetin anahtarıdır. Prof. Dr. Osman Nuri Küçük’ün “Felsefe ve Hikmetin Kurucuları” adlı özgün eğitim programı, felsefeyi akademik bir uzmanlık alanı olmaktan çıkararak herkesin kendi iç dünyasını, toplumunu ve zamanını yeniden anlamlandırabileceği bir hikmet yolculuğuna dönüştürmeyi amaçlar.
Bu program, felsefenin yalnızca bilgisel birikim değil; aynı zamanda “dil, ahlâk, kültür, şehir, medeniyet ve inanç” düzlemlerinde yeniden düşünmeyi gerektiren bir “yaşam biçimi” olduğunu hatırlatır. Platon’un idealarına, Aristoteles’in nedensellik anlayışına, İbn Rüşd’ün akılcılığına, İbn Arabî’nin sezgisel derinliğine ve Mevlânâ’nın aşk temelli bilgeliğine dayanan bu yürüyüş; felsefeyi, kuşakları ve kavramları aynı masa etrafında konuşturan canlı bir diyalog halinde ele alır.
Programın en temel hedefi, felsefenin kümülatif (teraküm) niteliğini hatırlatmak ve bugünün zihnini, geçmişin büyük kavramlarıyla kontrol ederek zihinsel işleyişin sağlığını, illet ve tedavilerini incelemektir.
Eğitim programında öncelikle dil üzerinden bu rehabilitasyon ve senkron sağlanır. Çünkü “dil yalnızca düşündüğümüzü ifade etmez; aslında neyi düşünebileceğimizi de belirler.” Dil, yalnızca düşüncelerin aracı değil, aynı zamanda onların mimarıdır. Dil, pasif bir kap değildir; sözcükleri kullanış tarzımız, gerçekliği algılama ve dönüştürme biçimimizi sürekli yeniden örer, daima yaratılan bir etkinliğe dönüştürür. Kelimeleri nasıl tanımladığımız ve izlerini sürebilme kabiliyetimiz program boyunca genişledikçe, düşünsel ufkumuz da genişler.
Günlük konuşmadan soyut metaforlarımıza kadar her cümle, toplumsal deneyimlerimizi kaydederken aynı zamanda geleceğe dair olasılıklar açar. Bu yüzden felsefe programında hayatta kullandığımız insana dair kavramları üretmeye cesaret etmek—tıpkı “öz-bilinç” “mutluluk” “güzel yaşam” ya da “iyi” kelimelerinde olduğu gibi—sadece bir sözlük zenginliği değil, kendini inşa etmenin ta kendisidir.
Programda dilin, düşüncelerin oluşumundaki yeri sadece bir gramer denetimine indirgenmez, insanın aileden ve toplumundan tevarüs ettiği dilsel alışkanlıklarımızın bizi nasıl yanıltabildiğine dair teşhisler dil ve mantık bilimiyle gösterilir.
Bu konuda bizim en büyük sorunumuz, kavramların izini 100 yıl öncesine kadar süremeyenlerle o kavramları günümüz dünyasına getiremeyenler arasında felsefe ve hikmetin buharlaşmasıdır. Bir çok diğer konuda olduğu gibi bu konunun da bir çatışma vesilesi olarak ele alınmasıdır. Birinden; kendine ait olmayanı taklit, diğerinden de işlevsizlik ortaya çıkmaktadır. Program, felsefe ve hikmetin kendi kültür haritamızdaki paradigmalarını yeniden keşifle onu bireyin ve çağın düşünce hastalıklarına tedavi olarak sunmaktadır.
Mesajlaşarak, tıklayarak ve sesli asistanlarla konuşarak büyüyen herkes için bu, her zamankinden daha önemlidir. Günümüzde bir yandan koda gömülü yapay zeka, neyin düşünülmeye, söylenmeye değer göründüğünü belirlerken diğer yandan zihin filozofları, nörobilimcilerin beyin taramalarında kaydettiği “iç konuşmanın” yüksek sesle söylediğimiz cümlelerle aynı türden bir şey olup olmadığını soruyor; bilişsel bilimciler ise farklı dildeki karşılıkların zaman ve faillik hakkında nasıl farklı sezgiler geliştirdiğini test ediyor. Başka bir deyişle: kelime dağarcığı, bir pastanın üzerindeki süs gibi düşüncenin üstünde durmaz; hamurumuzun derinliklerine işlenmiştir.
Felsefe programı; yaşamınızla ilgili bir soru veya sorunla boğuştuğunuzda önce uzandığınız kelimeleri dinlemeyi öğretir. Bu dinleme, hangi seçenekleri sessizce dışarıda bıraktığınızı, hangi geçmişleri gizlice içeri soktuğunuzu ve hangi alternatif olasılıkları ortaya çıkarabileceğinizi sorgulatır. Bu yüzden dili incelemek sadece akademik, entelektüel bir uğraş değildir; iç-dış düşünce ve davranış hatalarından, aptallık hastalığından temizlenmenin ön koşuludur.
Felsefî düşüncenin ilk sorusu bir varlık sorusuysa, ikinci sorusu muhakkak bir dil sorusudur. Çünkü varlığı adlandırmak, ona yönelmekle mümkün olur. Ludwig Wittgenstein’ın “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır” sözü, yalnızca bir filozofun değil, bütün çağların ufkunu özetler.
Hayat görüşümüzün aracı olan dil felsefesinin prensiplerini kavramakta ustalaşmak size daha bilinçli bir şekilde konuşmayı, okumayı ve öğrenmenin “gerçek bir yaşam”ın yarısı olduğunu kavratır. Böylece yersiz, mantıksız, yanlış kelime ve düşünceleri kullanmaktan kaynaklanan iç-dış zihin hastalıklarının sözel yansımalarından kendinizi kurtarabilir, yaşamınız için saklı kalan yepyeni düşünce alanlarını keşfedebilirsiniz.
Dil felsefesi perspektifinden bakıldığında, her toplumda bölünme ve kavga çoğu zaman kelimelerin kendisinden değil, o kelimelerin “işlev” kazandığı pratik zeminlerden doğar. Wittgenstein’ın “dil-oyunları” kavramı buna işaret eder. Dil içimizdeki ve toplumdaki çatışmanın nötral iletkeni değil, bizzat silahına dönüşür. Bilmediklerimize düşman kesilmemiz, bilişsel boşluğu ahlâkî bir tehlikeye dönüştüren kadim bir savunma refleksidir: Tanımadığımız kavramlar, kültürler ya da kişiler zihinde “belirsizlik” olarak görülür ve belirsizliğin getirdiği kaygı, Hobbes’un sözünü ettiği “doğal durumdaki” güvensizlik gibi, bizi savunma–saldırı ikilemine iter. Böylece cehalet yalnızca pasif bir eksiklik değil, aktif bir ötekileştirme mekanizmasına dönüşür.
Programın önerdiği panzehir, eğitimli sorularla korkularımızı, düşmanlarımızı tanımlamak ve çözmektir. Dolayısıyla iç ve dış barış, kelimeleri tek tip sözlük tanımlarına mahkûm etmekten değil, hangi dil-oyunlarının hangi güç ilişkilerini ürettiğini saydamlaştırmaktan ve çelişen oyunlar arasında yeni tercüme köprüleri kurmaktan geçer.
Program, felsefeyi yalnızca kavramların öğrenildiği değil, “dilin bir düşünce mimarisine dönüştüğü” bir yapı olarak ele alır.
Atina Okulu freskinin görkemli kemerlerinin altında sadece Aristoteles’in mantığı ve Platon’un ideaları konuşmaz; aynı zamanda kelimelerin hangi bağlamlarda nasıl anlam kazandığı da fısıldanır.
Programda felsefeyi kelime kelime yeniden inşa etmeyi; kavramları, kendi tarihsel, kültürel ve varoluşsal bağlamlarına yerleştirerek “dil üzerinden kendi dünyamızı imar etmeyi” hedefliyoruz.
Düşüncelerimizi ve yaşam biçimimizi belirleyen sözcüklerin içi bu yaşımıza kadar nasıl ve kimler tarafından dolduruldu; bu kavramlarla oluşturduğumuz akıl yürütmeler bizi nasıl etkiliyor?
Bu soruların izini sürmek için klasik metinleri günümüzün dijital ortamında yeniden okumaya, kelimelerle yalnızca konuşma değil aynı zamanda düşünmeye, inşa etmeye ve yeniden yaşamaya davet ediyoruz. Çünkü Prof. Osman Nuri Küçük’ün işaret ettiği gibi: “Felsefe, önce kelimelerin terbiyesinden başlar. Hikmet ise o terbiyenin kalpte meyve vermiş hâlidir.”
…
a. “Kök’e Dönmek, Zihin’i Yeniden Yeşertmek”
Prestij kazanmış her kavramın kaderi benzerdir: Yeterince popüler olduğunda amacından uzaklaşır, özünden kopar, “avamlaşır.” Dinlerden ideolojilere, sanattan bilim ve felsefeye hemen her alana uzanan bu bozuluş hattını ilk yazıya geçirenlerden biri Platon’dur; “Philebos”’ta felsefenin kendisinin bile kirlenebileceğini söyler. Kendisi ilk tasavvuf klasiğinin yazarı kabul edilen Kuşeyrî, bundan bin yıl önce, “Bir zamanlar tasavvufun adı yoktu, hakikati vardı; şimdi adı var, hakikati kayıp” diye haykırır. Programımızın manifestosu işte bu tespite yanıt vermek için doğdu:
“İlk kaynaklara dön ve onları bugün yeniden oku.”
…
b. “Meyve Sepetini Boşaltmak”
Descartes’in “Metod Üzerine Düşünceler” adlı eserindeki ünlü “meyve sepeti” benzetmesi—ki ondan altı yüzyıl önce Gazzâlî’nin “el-Munkız”ında benzeri bir yöntem filizlenmişti—zihnimizdeki fikirlerin taze mi çürük mü olduğunu sorgulamaya çağırır. Aile, okul, medya, dijital aygıtlar, çevre… Hepsi sepete meyve atar; arada çürükler de karışır. Çürükleri ayıklamak, hatta sepeti tamamen boşaltıp “format atmak” gerekir ama “fıtratı bozmadan” —doğal aklı, vicdanı, içten gelen sesi susturmadan.
Dijital devrimden sonra yaşamak için bu ayıklama ve tezkiyenin belirli bir eğitim çerçevesinde yapılması daha zorunlu hale geldi. Modern kişisel-gelişim haplarının aksine bu program, kolay “motive edici” sözler vermez; meşakkatli bir iç sefer ve zihin inşası vaat eder. Çünkü Sokrates’in belirttiği gibi; “Sorgulanmamış bir hayat, yaşanmamış sayılır.”
…
c. “Sophos mu, Sophist mi? — Olmak ile Görünmek Arasındaki Sınır”
Platon’un Sokrates’ten devraldığı kadim soru canlılığını koruyor:
“Bir şeye gerçekten sahip olmak mı, sahipmiş görünmek mi kolaydır?”
Görünmek daima kolay, cazip ve kârlıdır; “sophist” tam da bu boşluğu doldurur. Antik Atina’nın Gorgias’ı ne ise bugünün parıltılı ekran uzmanları, “influencer” psikanalistleri, şipşak spiritüelleri, müteşeyyihleri odur. Süreç şöyle işler: Her alanda “görünenler", hem birbirleriyle hem de gerçekten “olan”larla yarışır ve ilgili alanı kısa sürede görünenler ele geçirir; çünkü yarışın hilelerinde ve görünme konusunda “uzmanlaş”mışlardır. “Olan” ise görünmeyle yarışmaz, yarışamaz da; zira derdi yarış değil hakikatin peşidir. Hatta “görünen”lerin yanında “olan” absürt dahi görünür.
Sürecin sonunda “görünen”lerin o alana üretken katkıları olmadığından ilgili alan kuraklaşır. Tıpkı elinde fenerle “insan” aradığını söyleyen Diyojen’in döneminin “görünen”leri tarafından saçma kabul edilmesi; onun da onların inadına bu saçmalığa devam etmesi gibi. O yüzden Diyojen: “kimseyi rahatsız etmeyen filozof ne işe yarar” der.
…
d. “Programın Yöntemi: Asla Görünenle Yetinme”
1. “Doğrudan Kaynağa Git:” Felsefeyi, “görünenler”den, Marx’ı “-ist”lerinden, Hz. Muhammed’i dindarlardan, Hz. İsa’yı kilise dogmalarından öğrenmek yerine onların kendi lafzına, tarihsel bağlamına, yaşanmış tecrübesine dön.
2. “Bağlamı Çöz, Ruhu Yakala:” Metnin ortaya çıktığı siyasi, sosyal, dilsel iklimi anlamadan satırlara takılıp kalma. Kuşeyrî’nin “hakikati”ni ya da Aristoteles’in “eudaimonia”sını günümüze tercüme et.
3. “Bugüne Dokun:” İlk kaynakla çağdaş sorunu yan yana getir. İbn Sînâ’nın nefis teorisi yapay zekâ tartışmalarını; Sokrates’in diyalektiği, Mevlânâ’nın “Mesnevî”’si psikoterapiyi; Farabî’nin “Medinetu’l Fâzıla”sı yaşanabilir modern şehir nasıl olmalıdır sorusunu aydınlatabilir; yeter ki bağlantıyı kur.
4. “Kişisel İnşa:” Eğitim salt “bilgi” değil, karakter tamiri ve potansiyel seferberliğidir. Sokrates’in dediği gibi felsefe “yaşlılık sigortası”dır; gençsen yarınını, orta ve ileri yaştaysan kendini yeniden çözümler ve kurarsın.
…
e. “Neden Şimdi, Neden Sen?”
Sokrates, yöntemi olmayana bir şey kazandırmadığı -hatta biliyorum, okudum zannı verdiği- gerekçesiyle kitap yazmayı reddetti; tasavvuf tarihinde seyyidü’t taife (sûfî tâifesinin efendisi, önderi) unvanıyla bahsedilen Cüneyd-i Bağdadî’nin, yazdığı kitapları benzer bir gerekçe ile ölümünden önce gömdürdüğü rivâyet edilir. “Umberto Eco” vefat edince onu anmak için hazırlananlara vasiyetinin açıklanmasıyla, “Beni anmak isteyen doğrudan beni okusun” dedi. Çünkü biliriz ki anma törenleri—tıpkı ödül törenleri, sosyal-medya tık’ları gibi—görünmenin kalabalık arenalarıdır. “Sokrates’in, Cüneyd’in, Eco’nun çağrısı bizim çağrımızdır:” Hakikati arayan, okyanusa kovayla değil, doğrudan dalgıç giysisiyle iner.
Genç dostum, merakın henüz pas tutmadı; orta ve ileri yaştaki dostum, tecrübelerin henüz kök salacak toprağını arıyor. Bu program, sana sadece “ne düşüneceğini” değil, “nasıl düşüneceğini” gösterecek bir yol haritası sunuyor. Zihin sepetini boşaltmaya, çürükle tazeyi ayırmaya, kendi cevabını—kendi “logos”unu—kurmaya çağırıyor.
— “O halde yürü; çünkü kullanılmayan potansiyel felç olur.”
— “Araştır, sorgula, kaynağa dön, yeniden oku.”
— “kendini yenile,
— “Sophos ol, sophist değil.”
— “Ol, görünme.”
Hakikatin taze meyveleriyle dolu yeni bir zihin sepeti kurmak senin elinde.
“Başlangıç bütünün yarısıdır.” — Aristoteles
Başlamaya cesaret et; freskteki boş basamaklardan biri senin için ayrıldı.
f. "Philosophia ve Hikmet: Kavram Haritalarından Medeniyete Uzanan Yol”
Genç, orta ve ileri yaştaki düşünce yolcularına…
1. Hikmetin Köküne Dönmek
Kur’ân’da “hikmet”, “eşyayı yerli yerine koyma becerisi” olarak belirir; bilgiyi, ahlâkî‐varoluşsal bir tamlıkla kuşatır. Antik Grek kökenli “philosophia” ise “bilgelik sevgisi”dir—hikmetin iştiyakla aranması. Bu iki kavram, farklı dil iklimlerinde filizlenmiş olsa da aynı kaynaktan, insanda “var oluşa dair derin huzursuzluktan” beslenir. Hikmeti seven insan, bilgiyi bir prestij aracı değil, önce kendinin sonra isteklilerin ruhunu onarmak için kullanır.
2. Kavramsal Haritamız ve Kültür Paradigması
Bir düşünürün zihni, “şehirler ve yollarla dolu bir haritaya” benzer. Şehrin meydanına hangi kavramı diktiğimiz, tüm mahallelerin mimarisini belirler. Şayet kullandığımız kavramlar kendi kültürümüzün temel paradigmasıyla uyumlu değilse yollar çatallaşır, tabelalar birbirini boğar, haritayı kaybederiz. Kavram yabancılığı, insanı yaşadığı toprağa karşı “mânevî mülteci” hâline getirir; o artık “içerideyken dışarıdan bakan” kişidir.
3. Heyula Kavramlar ve Sofistik Çekişmeler
Haddi çizilmemiş, anlamı billurlaşmamış “heyula” kavramlar topluma sızdığında, tartışma “sofist bir menfaat pazarlığına” döner. Söz, hakikati aramak yerine güç ve imtiyaz devşirmenin aracı olur. Bir zamanlar uzlaşma üreten “arabulucu kavramlar” – “etik” ve “ahlâk” gibi– artık çatışmanın tarafı hâline gelir.
4. Birlik Dili Çatışma Lehçesine Dönünce
Kavramsal kamplaşma, gündelik selâmlaşmaya kadar sızar: farklı mahallelerin sözcüklerini kullananlar birbirine temkinli bakar. Dilden başlayan yarık, kalplere, sonra kurumlara yayılır. Toplum, kendi kanını emen “iç kanamaya” tutulur. Hırs burada sahneye çıkar.
5. Hırs – Dikenli Bir Geviş
Arapçada “hırs”, “doymak bilmez iştah” demektir. Kelimenin kökünde devenin yediği bir dikene de bu sözcük kullanılmaktadır. Çöllerde deve, diken yerken ağzı kanar; kanının tuzlu tadının dikenden geldiğini sanır ve geviş getirmeyi sürdürür. Nihayet kan kaybından bayılır, hatta ölür. Toplum da “menfaat dikenlerine” abanırken kendi kanının –toplumsal hukukun– tadını unutur, sadece o anki hazza odaklanır. “Taraf olmayan bertaraf olur” narası, şehir (medine) dokusunu sökerek “medeniyeti” ve nihayet toplumun ve bireyin adalet dengesini” bozar.
6. Medeniyet - Medine - Din: Üçlü Döngü
Bu kavramlar döngüseldir:
* “Din → Medeniyet → Medine”: İnanç ilkeleri, değerler üzerinden bir medeniyet kurar; o medeniyet kurumlara, şehirlere şekil verir.
* “Medeniyet → Medine → Din”: İnşa edilen şehir, yaşam tarzını besler; pratikler zamanla inancın yorumunu dönüştürür.
* “Medine → Din → Medeniyet”: Adaletli bir şehir düzeni, dinin cevherini parlatır; parlayan cevher yeni bir medeniyet doğurur.
Döngü bozulduğunda toplum Platon’un veya Farabî’nin ifadesiyle “fasid” hâle gelir; kötülük açıktan işlenir, nankörlük normalleşir.
7. Çare: Hikmeti Sevmek
Bunca çözülmeyi onaracak panzehir; “hikmete duyulan sahici sevgi, yani “philosophia/felsefe”dir. Seleflerinin ve İbn Rüşd’ün terimleştirmesiyle philosophia’nın düşünce geleneğimizdeki ve kültürümüzdeki karşılığı “hikmet”tir. Hikmet:
1. “Bilinç kazandırır” – kavramlarımızı kültürümüzle yeniden telif eder.
2. “Sözün ahlâkını diriltir” – sofist çekişmeler yerine hakikate davet eder.
3. “Birlik dilini canlandırır” – ortak selâmlaşmalar, ortak sevinçler üretir.
4. “Hırsı terbiye eder” – haksız menfaati toplumsal hayra dönüştürür.
5. “Din-medine-medeniyet” döngüsünü sağlıklı devindirir.
Felsefe ve Hikmetin Kurucuları eğitim programında “Philosophia” sadece disiplinler arası bir bölüm, “hikmet” yalnızca ihtiyar meclislerinde aranacak bir masal olarak görülmez.
Yaşam Biçimi Olarak Philosophia’nın hikmet geleneği ve bilgelik sevgisiyle yaşamınıza uyarlanması hedeflenir.
Terakümün Işığında Felsefe ve Hikmet: Hafızasız Bilgiyle Yola Çıkılmaz
1. Kümülatifliğin Ruhu
Bilim felsefesinin temel ilkesi şudur: “bilgi, önceki birikime eklenerek ilerler”. Eskilerin “teraküm” dediği bu nitelik kaybolduğunda geriye “hafızasız” insanlar kalır. Newton’un yasalarını okumadan matematik çalışan biri ne kadar “çözüm” üretebilir? Aynı soruyu felsefe için de soralım: Aristoteles’in nedensellik tasnifini, İbn Rüşd’ün bu kavramlara getirdiği karşılıkları Gazzâlî’nin şüphe yöntemini, Sokrates’in diyalektik alayını bilmeyen ve bunların günümüzdeki uzantılarıyla ilgi kuramayan biri, nasıl bir entelektüel zemine ayak basabilir?
…
2. 100-200-1000 Yıl Geri Gidebiliyor musun?
Bir düşünce geleneğinin “yaşayıp yaşamadığının” turnusol kâğıdı, en az bir asır geriye uzanabilme gücüdür. Kavramları geçmişle konuşturmayan her disiplin, kendini tekrar eden slogana dönüşür. Hafızası kesilmiş zihin, bugünü dahi anlayamaz; çünkü dünün izini göremeyen, yarının yönünü de kestiremez.
…
3. “Bilim” ve “İlim” Arasında Kurgulanan Hayali Uçurum
Modern laboratuvarın parlak tüpleri ile medrese raflarında tozlanmış ciltler arasına keskin bir perde çekmek kolaydır; fakat bu, “ilmin onuruna” aykırıdır. Bir yanda, yalnızca deney tüpünde köpüren reaksiyona “bilim” diyenler; diğer yanda kişisel yorumunu “ilim” zannedip eleştiriden azade olduğunu sananlar… Gazzâlî, tam da bu yüzden “bozulan beş kavramdan biri ilimdir” der 9 asır önce. Sokrates’in “Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir” sözü de, sofistlerin şişirilmiş retoriğine aynı yerden itiraz eder.
…
4. Yunus ve Mevlânâ’nın Aynasında
Yunus Emre’nin “ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir” deyişi ve Mevlânâ’nın “Âlim herif, çok şey bilir de zâlim kendini bilmez” sitemi, bilgiyi kendini yüceltme aracına dönüştüren ve onu benlik terbiyesinden ayıran zihniyetedir. İki çağdaşımızın ortak dersi: “Felsefi birikim, benlik terbiyesiyle birleşmezse zehir olur.” 2. Dünya savaşı ve mevcut dünya düzeni bunun sayısız örnekleriyle doludur.
…
5. Terakümsüzlüğün İki Yüzü
* “Bilmeyen ama Bağıran”: Geçmişi incelemeye üşenen, sloganla saldıran zümre.
* “Bilmeyen ama Savunan”: Aynı tembellikle, rastgele okuduğunu mutlak hakikat ilan eden taraf.
Bu iki taassup, görünürde kavgalı; gerçekte birbirini besleyen “ikiz gölgeler”dir.
…
6. Bayrak Yarışının Mantığı: Teraküm + İlerleme
Teraküm, “geçmişi tekrarlamak” için değil, “bayrağı daha ileri taşımak” içindir.
“Eğitim programı mevcut terakümle geçmişi kopyalamak yerine, onu bir çıkış rampası yapmaktadır.”
Bu nedenle program sadece arşiv açmaz; “zihin açar”. Birikimi yeniden üretir, ardından yarın için “yeni kavram imkânları” oluşturur. Bu, eski taşları yerli yerine oturtup yapıyı yükseltmeye benzer; geçmişimiz temel, gelecek vizyonumuz kubbedir.
…
7. Programımız Neyi Amaçlıyor?
1. “Kavram Köprüsü Kurmak” – Kavramların tarihî izini sürerken, onları güncel sorunlara bağlamayı.
2. “Eleştirel Hafıza” – Genç zihinleri diri sorularla yoğurmayı; orta ve ileri yaşta olanları tecrübeyle bütünlemeyi.
3. “Düşünmenin Yöntemi” – Katılımcıya sadece “bilgi” değil, “bilgiyi nasıl düşüneceğini” öğretmeyi.
4. “Yenilikçi Atılım” – Terakümle yoğrulmuş kavramları, çağın sorunlarına yeni çözümler üretmek için “yaratıcı düşünce laboratuvarına” dönüştürmek.
5. “Disiplinlerarası Sohbet” – Felsefe ve hikmeti yaşamla aynı masaya oturtup “gidilecek yolu” keşfetmek
6. “Kendi Zihin Haritan” — Her dersin sonunda bir kavram ajandası ve bir yaşam sorusu üretmeyi.
Eğitim programındaki birikim, hızlı tüketilen özetlerle değil, “sistemli emek” ve “tarihle diyalog”la sağlanır. Gel, hafızasızlığın karanlığını birlikte dağıtalım ve düşünmenin yöntemini yeniden inşa edelim—kendimiz için daha yükseğe, daha ileriye.
…
Eğitim Programı Size Ne Verir?
Program; insanın kendine, evrene ve hakikate dair sorduğu en derin soruların sistematik izinin sürülmesidir. Bilmekle yetinmez, anlamayı ister. Kavramların arka planını sorgular, hayatın sadece dışını değil, içini de keşfetmeye çalışır; “sadece bilmeyi değil, bilmenin nedenini keşfedersiniz. Programın size kazanımlarını şöyle özetleyebiliriz:
1. Zihinsel Keskinlik – “Görünene Değil, Öz’e Bakma Yetisi”
Program, gündelik hayat akışını görünürdeki verilerle kabul etmek yerine her kavram ve yargının derinindeki mantıksal damarları görünür kılmayı öğretir. Analitik düşünceyi bir refleks hâline getirir; böylece karmaşık problemleri sadeleştirip çözmek, yalnızca akademik bir beceri değil, yaşam pratiği olur.
2. İçsel Özgürlük – “Başkasının Aklıyla Yetinmeme Cesareti”
Platon’un mağarasından çıkmak, Gazzali’nin bahsettiği kaybolmuşluk hissinden kurtulmak, Descartes’ın “Sepeti boşaltmak” tavsiyesiyle kendi zihnini yeniden düzenlemek: Cesaret edebilenleri körlüklerinden kurtarır, hazır kalıpları sorgulatır. Kişi, başkaları tarafından kurgulanmış aidiyetlerin değil, aklının ve vicdanının rehberliğinde karar vermeyi öğrenir.
3. Anlam Mimarisi – “Yaşamı Sıradanlıktan Hikâyeye Dönüştürmek”
Varoluşçu sorgulamalardan erdem etiğine kadar programdaki felsefi tartışmalar, günlük telaşta eriyip giden deneyimlere yapı kazandırır. “Neden yaşıyorum?” sorusuna soyut bir cevap aramaktan öte, her eylemi daha geniş bir yaşam projesinin tuğlası hâline getirir.
4. Empati ve Diyalog – “Kendinde Düğümleri Çöz, Başkayı Anlama Kapısı Aç”
Programdaki çözümlemeler ile anlamanın yöntemini kavrar, başka fikirlerin hayatınıza kattığı zenginliği hissedersiniz. Stoacıların duygusal dayanıklılığı, İbn Sînâ’nın ruh-beden bütünlüğü, Sokrates’in adalet çağrısı… Hepsi, kendi penceresinde insanlık hâllerine mercek tutar. Bu mercek, başkasını salt “öteki” değil, potansiyel bir öğretmen kılar.
5. Geleceğe Dönük Yatırım – “Kendini Güncelleyen Akıl”
Programa genç yaşta katılmak, yaşamınız için size bir “deniz feneri” inşa eder. Hayatınızın karanlık ve dalgalı sularında nereye sığınacağınızı öğretir; ileri yaşınızda fikrî esnekliğinizi korumanıza yardımcı olur. Orta ve ileri yaştakiler için program; zihnin pasını silip yeni bir entelektüel metabolizma kurmaktır. Sokrates’in dediği gibi, felsefe “yaşlılık sigortasıdır”: Ölçülü düşünce ve anlamlı yaşam alışkanlıkları, ilerleyen yıllarda enflasyona yenilmeyen sermayeye dönüşür.
Sonuç:
Program, sadece “bilgi” vermez; zihni işler, karakteri yoğurur, yaşamı yeniden tasarlar.
“Felsefe ve Hikmetin Kurucuları” programı, bu dönüşümün kapılarını aralamak için seni bekliyor:
“Hakikati doğrudan kaynaktan içmeye ve kendini yeniden biçimlendirmeye hazır mısın?”
“Felsefe, zihnin ahlakıdır.” — Farabi
“Bilgelik sevgisi ile başlayan yol, insanı insan eder.” — Platon
Programda Seni Ne Bekliyor?
1. “Fresk Canlandırması” — Katılımcılar Sokrates, Platon, Diyojen, Aristoteles, İbn Rüşd rollerinde canlı tartışma sahneleri kuracak.
2. “Etik Sprint” — Gerçek zamanlı senaryo tartışmaları.
3. “Diyalog Atölyeleri” — Sokrates metoduyla soru-cevap maçları; düşünce egzersizleri, beynimizin daha önce kullanmadığımız nöronlarını imara açma ve geliştirme.
4. “Kavram Ajandası” — Her modülde bir “kavram kartı” çıkarıp kişisel fikir kütüphaneni oluşturma.
…
Freskten Sahaya
Bugün, Sokrates’in agorasında değiliz. Ama onun soruları hâlâ bizimle:
Sen kim olduğunu, neye inandığını, neye değer verdiğini gerçekten biliyor musun?
Program, freskte donmuş bir poz değil; “içimizde atmaya devam eden nabızdır”. Ontolojiden ahlâka, siyasetten sanata, eğitimden hukuka, dinden bilime uzanan bu yolculukta:
* “Genç zihin”: Sorgu ateşini harla, kavram atölyesinde kalıpları erit.
* “Orta ve ileri yaş ustası”: Tecrübeni taze sorularla alaşım yap, bilgeliği güncelle.
“Felsefe ve Hikmetin Kurucuları” eğitim programı, freskten kopup gelen bu bilinç egzersizine İslâm‐Doğu mirasını da ekliyor; Platon’un göğe uzanan parmağını, Aristoteles’in toprağa bakan elini, İbn Rüşd’ün beyaz sarığını, Mevlâna’nın aşkını ve İbn Arabî’nin keşf ve vücûd vurgusunu, sosyal medya atışmalarında yahut podcast kulaklığında değil aynı “canlı sınıf”ta buluşturuyor.
Kadim kültürlerden Kurtuba’ya, İstanbul’dan bugünün dünyasına akan bu bilgi freskinde senin de bir yerin var.
Hakikatin revakları açıktır. Soru sormaya cesaret eden, kapı eşiğini geçer.
Sen de geç; Sokrates’ten bugüne uzanan bu köprüde buluşalım.
Program seni bekliyor…
4. PROGRAMIN KAPSAM ve İÇERİĞİ
“Düşüncenin Freskinden Medeniyete: Düşüncenin Kültürel Mimarisi”
Program, yalnızca Batı felsefesinin değil, İslam düşüncesi ve tasavvufun da kurucu damarlarını bütüncül biçimde yeniden anlamayı hedefler. Raphael’in “Atina Okulu” freski, bu eğitimin görsel metaforudur:
Rönesans sanatçısı Raphael’in 1509-1511 yıllarında Stanza della Segnatura’ya işlediği fresk, Rönesans’ın fırça darbesiyle kurduğu dev bir felsefe semineri gibidir: merkezde Leonardo Da Vinci kılığındaki Platon göğe işaret ederken idealar dünyasını, metafiziği, Aristoteles ise avucunu yere indirerek deneyimi, fiziği savunur;
ancak bu bir zıtlıktan ziyade fizik-metafizik bütünlüğü, mekânı kemer kemer kuşatan Pisagor’un sayıları, Diyojen’in yalınlığı, Herakleitos’un yalnız tefekkürü Sokrates’in diyalektiği, Öklit’in teoremleri, Antik Grek’teki felsefi mirası taşıyarak 1500 yıl sonra Rönesans’ı tetikleyen Averroizm akımının kurucusu Müslüman düşünür İbn Rüşd’e kadar yayılır.
Platon ve Aristoteles arasındaki bu yönelim farkı ve ve bir kapının iki kanadı aradan geçen 1500 yılın ardından İbn Rüşd ve genç İbn Arabî’nin karşılaşmasında sezgi ile akıl arasında yeniden kanatlanır. Gazzali ve İbn Rüşd arasındaki tehafüt geleneği, Fatih Sultan Mehmed’in saraydaki huzur derslerinde münazara edilmiştir.
Tabloda yer alan tek Müslüman düşünür olan İbn Rüşd (Averroes), felsefe tarihinin dâhi ara halkalarından biridir; çünkü yalnızca Aristoteles’i Latince köprüsünden Batı’ya taşıyan bir “çevirmen” değil, aynı zamanda o metinleri parçalayıp yeniden kuran “Great Commentator”dur. Aynı zamanda temel felsefi kavramların Latince ve İslâm kültüründeki karşılıklarını büyük bir özenle belirleyen bir düşünce-atlası mimarıdır. Bugün hâlâ felsefe, kelam, tasavvuf ve hukuk yazınında kullandığımız kavramsal iskelet—büyük ölçüde—İbn Rüşd’ün diksiyonudur.
Ortaçağ üniversitelerinde Aristoteles’i anlamak isteyen her araştırmacı, önce İbn Rüşd’ün şerhlerine başvurmak zorundaydı; zira bu şerhler kavramların hem filolojik hem mantıksal damarlarını ortaya çıkarıyor, mantığı teolojiyle ve tabiat felsefesiyle diyaloga sokuyordu. Böylece “Averroizm” adı verilen akım, Rönesans İtalya’sına kadar sızarak Avrupa’ya taze bir rasyonalite damarı enjekte etti—öyle ki bugün Roma’da çiçekçiler meydanında heykeli bulunan Giordano Bruno gibi düşünürler, tam da bu akılcı çizginin mirasçıları oldukları için Engizisyon’un ateşine atıldılar. Kilise, akıl-vahiy sentezini savunan İbn Rüşd’ün argümanlarının kurumsal otoriteyi işlevsizleştireceğini sezinledi ve Saint Augustine’in otoritesini cepheye sürerek Averroizm’i itibarsızlaştırmaya çalıştı. Fakat yapılan her saldırı, “din ile felsefe çatışmak zorunda değildir” diyen Endülüslü filozofun sesini daha da gürleştirdi.
“Aklı Koru, İmanı Yücelt” Paradoksunu Çözen Formül geliştirerek “Tehâfüt’üt-Tehâfüt”’te (Çelişkilerin Çelişkisi) Gazzâlî’nin felsefeye yönelttiği itirazları tek tek yanıtlayarak, “şeriat akla, akıl şeriata düşmandır” yanılgısını klasikleşen bir esere dönüştürdü. Onun “Gerçek, ikili değildir” prensibi, modern seküler-dinî gerilimi aşmak isteyen herkes için hâlâ bir yol haritasıdır.
Kadılık yapan, Sultan’ın özel hekimi, astronomi gözlemleri yapan, teolog, felsefeci, müctehid İbn Rüşd temelde “Düşünce Kalıplarını Yıkan Cesaret”in ismidir.
— “Felsefe haramdır” diyen damadını ikna etmek için evindeki kitapları açıp tartışan,
— Engizisyon baskısıyla yakılan eserlerinin küllerinden “Latin Averroizm”i doğuran,
— Amelde Malikî, zihinde Aristotelesçi kalarak “çoğul kimlik” modelini gösteren,
— Çağların klişesini kıran prototip bir “düşünce girişimcisi olduğu için İbn Rüşd ve onu oluşturan gelenek, programda ele alınacaktır.
Bugün genç, orta ve ileri yaş felsefe meraklıları için İbn Rüşd’ün önemi tam da burada yatar: O, entelektüel cesaretiyle metin mirasını yaratıcı bir okuma-yorumlama eylemine dönüştürmüş, düşünce tarihine itici bir güç kazandırmıştır.
İbn Rüşd ile tanışmaya hazır mısınız?
Olgun yaşında İbn Rüşd’ün Cordoba kütüphanesinde, genç yaştaki Muhyiddîn İbn Arabi ile karşılaşması, aralarında geçen diyalog ve ardından İbn Rüşd’ün hayranlıkla genç İbn Arabi’nin alnını öpmesi, felsefî disiplinle mistik tecrübenin rakip değil, tamamlayıcı olduğunu ilan eden sessiz bir manifestodur. Daha sonra tasavvuf felsefesinin şahikası olacak eserlerin yazarı Muhyiddin İbn Arabi’nin İbn Rüşd’ün cenaze merasimine katılarak onun hakkında söyledikleri, “akıl ve sezgi” ikiliğini bir mücadele sahası olmaktan çıkarıp verimli bir senteze dönüştürme çağrısıdır.
İbn Rüşd’ün cenaze merasimine orta yaşlarındayken katılan İbn Arabi’nin bu merasimden çıkardığı ibret, akılla sezginin çekişmesinden ziyade, ikisinin tevhidinde yatar: Fikirler kitaplarda ağır bir yük olmaktan kurtulup kalpte “zevk” hâline gelmezse, kişi öldüğünde tıpkı tabut gibi taşınmaya muhtaç kalır.
Bu yüzden İbn Arabi o günden sonra “keşif ve vücûd felsefesini” inşa ederken, İbn Rüşd’ün mantıksal titizliğini kalbin keşfiyle yoğurmayı hedefler.
İbn Rüşd’ün Aristotelesçi mantığı, eleştirinin kılıcıdır; İbn Arabî’nin vahdet-i vücûd sezgisi ise kavramları aşan ufuktur. Programda felsefî berraklıkla irfânî derinliğin kesişim kümesinde yeni sorular filizlenir…
Aşkın filozofu sayabileceğimiz Mevlânâ Celâleddin Rumî’nin Mesnevî’deki “Bizim Platonumuz aşktır” sözü, felsefe geleneğiyle paralel şekilde tasavvufî hakikat arayışındaki ışığı aynı prizmadan kırar. Platon’da eros, ruhu idealar âlemine yükselten dinamiktir; Mevlânâ ise bu dinamiği soyut bir kavramdan çıkarıp içimizde dolaşan kan haline getirir. Aşk, onun nazarında Aristoteles’in düzenli mantığını da, İbn Rüşd’ün titiz şerhini de içerir ama onları aşan bir kuvvetle işler: Bilgiyi bilgi olmaktan, aklı akıl olmaktan kurtarıp canlı, dönüştürücü bir hâle sokar.
Bu açıdan eğitim programında eleştirel aklın ürettiği her kavramın, içsel tecrübeyle nasıl beslendiği üzerinde de durulacaktır. Zira bu yönüyle felsefe, diploması verilen bir statü değil, hikmete koşulsuz muhabbet besleyen dinamik bir hâl’dir. Meşhur İslâm filozofu İbn Sina’nın “Makâmatu’l Arifin (Âriflerin makamları) adlı eserinde ortaya koyduğu hususa İbn Arabi’nin “Eflatun’u ilahi” diye atıfta bulunduğu Platon çok daha öncesinde atıfta bulunmaktadır. Bu gelenek doğrultusunda İbn Arabi, aklî berraklıkla tasavvufî irfanı, keşif ve sezgiyi rakip değil, dostluğun iki kanadı sayar; biri olmadan diğeri havalanamaz.
Programda bir yanda mantıksal titizlik korunurken diğer yandan onu sezişin sıcaklığıyla mayalamayı; öğrenmekten önce sevmeyi, ezberlemekten önce dost olmayı hedefliyoruz. Çünkü hakikat, kafamıza giydiğimiz kavram zırhından ziyade, kalbimizde yeşerttiğimiz hikmet dostluğunda parlar.
Programın görsel şeması konumundaki fresk, sonsuzluğa açılan arka boşlukta (Babil) yeterince geniş bir ufuk çizebilirseniz hepsini aynı kubbenin altında konuşturabilme potansiyelidir ve eğitim programının kapsamını belirler. Babilinizin ufuk çizgisini bu kapsama göre belirleyebilirsiniz. Program, bu düşünürler üzerinden geniş bir renk ve bakış açısı yelpazesiyle bize yaşam boyu öğrenme için bir plan sunuyor.
Eğitim süreci;
* “Dil felsefesi” ve kavramsal düşüncenin toplumsal yapıdaki yeri,
* “Philosophia ve hikmet” ilişkisi,
* “Felsefenin toplumun kavram haritasına etkisi”,
* “Kavramların bozulmasıyla çatışmaların artması”,
* “Akıl–sezgi”, “din–felsefe”, “teori–pratik” ve “kalp–zihin” diyalektiği,
* “Teraküm ve tarihsel hafıza”,
* Ve nihayetinde “hikmetin bir yaşam biçimine dönüşmesi” gibi tematik alanları kapsar.
Programda felsefe yalnızca bir öğrenme nesnesi değil; “toplumu yeniden inşa edecek kavramsal taşları” bulmak için yapılan bir “düşünsel mimari çalışmasıdır.” Kavramları doğru yere koymadan, şehir (medine), medeniyet ve din arasında sağlıklı bir döngü kurulamaz.
Felsefe ve Hikmetin Kurucuları Eğitim programı, yukarıdaki mirasın günümüzdeki taşıyıcısı, dili, çözümleyicisi ve aydınlatıcı belleği olmayı hedeflemektedir.
…
5. PROGRAMIN KAZANIMLARI
Katılımcılar, felsefenin temel alan ve kavramlarını tanıdıktan sonra Sokrates’ten Platon’a Aristoteles’ten Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd’e, Gazzâlî’den St. Thomas’a, İbn Arabî ve Mevlânâ’dan Descartes, David Hume, Bacon, Wittgenstein, Umberto Eco’ya kadar uzanan geniş bir düşünsel haritada hikmet yolcululuğuna çıkarlar. Düşünürlerin seçilen eserleri çapraz okumalarla ve anlık interaktif sorularla ele alınır. Katılımcılar bu içerikte:
a) Dilin Felsefi Derinliği ile Başlarlar:
Wittgenstein’ın “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır” sözüyle; Konfüçyüs’ün “önce kelimeleri düzeltin” ilkesiyle; kavramları nasıl kullandığımızın düşünceyi nasıl şekillendirdiğini öğrenirler.
b) İbn Rüşd ve Akılcılıkla Tanışırlar:
Onun Aristoteles şerhleriyle Rönesans’ı nasıl tetiklediğini, felsefe-din ilişkisinde kilise otoritesine karşı nasıl bir aydınlanma modeli sunduğunu keşfederler.
c) İbn Arabî ile Sezginin Kapısını Aralarlar:
Fütûhât’ta “philosophia”yı hikmete dostluk olarak açıklayan bakışla; düşünceyi bilgi sahipliği değil, bilgelik dostluğu olarak görmeyi öğrenirler.
d) Mevlânâ’nın, Aşkın Bilgeliğiyle Derinleşirler:
“Bizim Platonumuz aşktır” diyen Mesnevî’nin çağrısıyla; aklın merdivenlerini tırmanmak için aşkın ateşiyle yürümek gerektiğini deneyimlerler.
e) “Kendilerinin ve içinde yaşadıkları Toplumun Kavram Haritasını Yeniden Çizerler:”
Kavramların çürüdüğü, kelimelerin kamplaştırıldığı bir çağda; kelimelerin haddi, haritası ve hikmeti üzerine düşünmeyi öğrenirler.
f) “Kümülatif Düşünmenin Gücünü Keşfederler:”
“100 yıl geriye gidemeyen felsefe hafızasızdır” ilkesiyle; Gazzâlî’den Descartes’e, Yunus’tan Mevlânâ’ya uzanan birikimi yorumlamayı öğrenirler.
g) “Hikmeti Bir Yaşam Biçimine Dönüştürürler:”
Felsefeyi sevgiyle kuşanmak, kavramları kalpte zevk etmek ve aklı kalple mayalamak programın nihai meyvesidir.
…
Program, Bu açıdan sadece bir eğitim değil; bir “uyanış” çağrısıdır. Sokrat, Platon ve Aristoteles’in aklı, İbn Rüşd’ün cesareti, İbn Arabî’nin sezgisi ve Mevlânâ’nın aşkı ile felsefe ve hikmeti yeniden konuşmak isteyen herkese açık bir davettir. Çünkü felsefe, sadece düşünmek değil, birlikte sormaktır.
“Her soruda yeni bir ufuk, her cevapta yeni bir bilgelik saklıdır. Gelin, birlikte keşfedelim.”
NEDEN SANA GÖRE
“20’li yaşlardasın”:
Çünkü hayatın başındasın ve neyin doğru, neyin değerli olduğunu sorguluyorsun; bu program sana düşünmenin en derin yollarını gösterir. Geleceğin için varlığına bir deniz feneri inşa eder.
“30–40’larında:”
Çünkü hayat telaşında biraz durup “Ben ne yapıyorum, neyin peşindeyim, neye inanıyorum?” diye sormak istersin; programda bu soruları birlikte soracağız.
“50–60’larında:”
Çünkü yaşadıklarını anlamlandırmak, kafandaki sorulara yeni bir gözle bakmak ve iç huzuru bulmak artık daha da önemli.
HAZIR MISIN?
Ekim’den itibaren Perşembe günleri 19:00-21:00 arası kendine randevu ver, felsefe ve hikmet’in fenerini zihin ve kalbine sabitle. Sen yolcusu olursan, bu okul hayat boyu sürecek bir büyümeye kapı aralar.
EĞİTİMİN SÜRESİ
3 Yıl / 6 Dönem
Güz Dönemi:
Ekim - Aralık (12 Hafta)
Bahar Dönemi:
Şubat -Haziran (12 Hafta)
(Ramazan ayında seminerlere ara verilmektedir)
YENİ KAYIT TARİHİ
2025 Ön kayıt başvuruları başlamıştır.
Ekim 2025’de eğitim başladıktan sonra program tamamlanıncaya kadar
3 yıl bu programa yeni kayıt kabul edilmeyecektir.
Format: Çevrim içi + yüz yüze seçenekli
Eğitimler ücretlidir.
EĞİTİM SAATLERİ
Perşembe 19:00 - 21:00
